Akşam saatleri saat sekiz buçuk falan. Çok sevdiğim bir arkadaş grubumla haftalar sonra toplandık. Sıradan, eğitimli üç genç kızın rutin buluşmasıydı.

Bu arkadaş grubumla genelde sergileri gezer, edebiyattan konuşur, ortak sinema zevkimiz üzerine tatlı tatlı muhabbet ederiz. Sanılanın aksine her genç kız arkadaş grubunda dedikodu yapılmaz yani.

Buluşmalarımız genelde sevdiğimiz gazeteci ya da şair konferansına göre ayarlar, sonunda bir kahve içer dağılırız. Tek hedefi evlilik olmayan, kendini yetiştirmeyi görev addeden, işinde gücünde kariyerinin peşinde güçlü birer kadın olamaya çalışan tatlı bir grubuz.

Bu kadar detaylı anlatmamın sebebi sosyal medyada oluşan genç kız çizgisini yıkmak istemek. Yani her genç kız grubunun ortak muhabbeti dedikodu değil.

*

Kafa olarak da hiç sosyal medya insanı olamadım ben mesela.  Çocukluğumdan bu yana okuyarak öğrenmeyi düstur edindim ve en önceliğinde kaliteli bir insan olmaya çalıştım. Kısacası gerçekten bir eşref-i mahlukat gibi hissederek.

Haddini bilen kendini bilir, kendini bilen Allah’ı bilir. Allah koca bir alemi bizimle eş değer tutuyorsa ve alemde bize bunca değerli bir misyon yüklüyorsa bizim de bu değeri hak etmemiz gerektiğini düşündüm.

Bunu yolu da okumaktan geçiyor. “Oku! Çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” diyor yüce Allah ayetinde.

Bunca yıl sonra şunu fark ettim ama. Okuyan insan farklı oluyormuş. Gerçekten kitap tozu yutan insanda, farklı bir ahenk göze çarpıyormuş. Okumanın farklı bir erdemi varmış kısacası. Dünya görüşünü oluşturan da, beynindeki sınırları yıkan da okumanın verdiği güçmüş. Çünkü farklı bakış açılarından geçenler farklı bir algıya sahip oluyormuş.

Yazının başında bahsettiğim arkadaş grubumla buluştuğumuzda bu konu üzerine tartıştık biraz. Gerçek manada, okuyan insanın farklı bir ritmi farklı bir tınısı oluyor. O tınıya sen de sahipsen bir şekilde tanıdık geliyor.

*

Sonra konu konuyu açtı ve devamında konu kimlik bunalımına kadar geldi. Yirmilerinin başında, kariyerinin zirvesindeki  arkadaşım yaşadığı kimlik bunalımından söz etti biraz. O anlattıkça bu sorunun aslında günümüz gençlerinde ne kadar fazla olduğunu falan konuştuk. Kimlik sorunu ya da bunalımı tam olarak neydi mesela? Psikologlara göre genelde baskıcı ailelerde yetişen çocuklarda görülen bu durum yirmi yedi yaşında hayatının baharında kariyerinin zirvesinde her şeyiyle dört dörtlük bir imaj çizen genç bir kadında neden vardı mesela? Tatminsizlik, şükürsüzlük gibi kaba yorumları ve eleştirilerle sığ bir bakış açısıyla anlaşılmayacak kadar derin yaşadığı. Aslında herkesin hayatının bir noktasında sürekli yaşadığı bir durum kimlik bunalımı. Sohbet esnasında ‘Ben daha kim olduğuma dair sorduğum sorulara cevap veremiyorum.’ dedi. Son zamanlarda en sarsıldığım arkadaş buluşması oldu bu. Kimiz biz? Ne yapıyoruz? Ne yapmaya çalışıyoruz? Toplumda kimi temsil ediyoruz?

Bildiğim bir şey varsa çoğu genç bu sorularla cebelleşiyor. Ne yapmaya çalıştığına dair ya da olmak istediği insana hep bu soruyu soruyor. İlginç. Her çağın belli sorunları oluyor ve gençlerini o algı yönlendiriyor galiba. Bana kalırsa bu kimlik bunalımı her şeyi fazlaca tüketmekten ve istediğimiz her şeye anında ulaşmaktan kaynaklanıyor. Eskiden bilgiye ulaşmak için saatlerce kütüphane raflarında kitap ararken şimdi Google’a sormamız yeterli oluyor mesela. Ve bilgi anında tüketilen bir şeye dönüşüyor sonunda. Kısacası zor olanın değeri artıyor, kolay olan değersizleşiyor maalesef. Her şeye çabuk ulaşan biz, bu tarz kimlik bunalımlarıyla, depresyonlarla ya da farklı psikolojik sorunlarla hayatı kendimize zindan ediyoruz galiba.

Akışta yaşadığımız bazı anlar böyle etkili olabiliyor. Mesela sıradan bir arkadaş buluşmasından böyle bir yazı doğmuş oldu. E bence güzel de oldu sanki. Ne diyelim o vakit, hoşça bakın zatınıza ve koskoca bir alemi içinizde taşıdığınızı unutmayın. 🙂

Paylaş:

Kahveli Şekerli

administrator

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir