Hattat Levent Karaduman, hayatını hat sanatına adamış bir Sanat adamı. Uzun zamandır Sayın Levent Karaduman beyfendi ile sanat hayatı hakkında bir röportaj yapmak istiyordum. Röportaj teklifimi kabul ettiği için ve sorularıma verdiği cevaplardan ötürü kendisine teşekkürü bir borç bilirim.

  • Bize kendinizi tanıtabilir misiniz?
1978 yılında Bartın’da doğdum ve çocukluğum burada geçti. Ortaokul çağında yeniden İstanbul’a döndüm. Çocukluğumdan beri sanata ve edebiyata olan merakımla lise yıllarında hat sanatıyla tanıştım ve bu sanatın varlığını sürdürmeyi misyon edinmiş oldum.  Askerlik vazifeme kadar medrese usulü islami ilimleri tahsile devam ettim. Bundan sonraki zamanda hat icazetimi alıncaya kadar başka işlerde çalıştım, evlendim, iki kız evladım oldu. 2003 yılında icazetimi alıp 2004 yılında da ilk atölyemi açtım.  Çocukluk hayalim olan sanatın efsunlu dünyasına böylece girmiş oldum.
  • Hat sanatıyla tanışmanız ilk nasıl gerçekleşti?
Okuma yazmayı öğrendiğimden beri kitap okumayı, bir şeyler araştırmayı pek severim. Yine böyle bir günde okuduğum okulun kütüphanesinde İbn’ül-Emin’ in SON HATTATLAR isimli kitabına rastlamam, bu sanata gönül verip misyon edinmemle sanat hayatım başlamış oldu. Zira kitabın son kısmında daha önce kendisini ressam olarak bildiğim Üstad Hamid Aytaç’ın hattat olduğunu ve ondan geriye artık başka hattat kalmadığını öğrenmiştim. “Bu büyük ve kutsi sanatın sürdürülmesi için ben de gayret etmeliyim” diyerek yola revan oldum. Uzun arayıştan sonra hocam Fuat Başar’la tanışarak meşke başlamış oldum.
  • Hat sanatında icazet almak geleneksel yöntemlerden biri, günümüzde hala uygulanıyor mu?
İcazet konusu sanatın devamlılığı ve disiplini için olmazsa olmaz esaslardan biridir. Günümüzde de bu aynı şekilde devam ediyor ve devam etmek zorunda. Çünkü batı sanatlarında nasıl ki iyi bir ressamın atölyesinde çıraklık yaparak iyi bir sanatçı olunması ve tarzların oluşup gelişmesi mümkün oluyorsa bizde de bu konu icazet müessesesi ile devam etmektedir.
  • ‘Hat bilmek, had bilmektir.’ diye gelenekselleşmiş bir kalıp söz konusu. Hat sanatı gerçekten insanın kendi yolculuğunda da büyük değişimlere uğratan bir sanat. Dönüştüren, değiştiren ve sonunda haddi bildiren. Bu minvalde hat sanatının size ve kişiliğinize katkıları nelerdir?
Öncelikle şunu söylemeliyim; edeb ve haddini bilme meselesi kişinin kendi inancı ve değerleriyle mümkündür. Çocukluğundan yetişkinliğine kadar geçirdiği serüven, onun hangi ortamlarda ya da meclislerde bulunduğu, ailesinin durumu çok önemlidir. Tabii ki hat sanatı da sizi dinginleştirir, olgunlaşma sürecinize büyük katkı sağlar. Çünkü ayet, hadis, şiir veya bir büyüğün güzel ve özlü sözlerini yazıp meşk ediyorsunuz. Bu size büyük bir bilgi birikimi sağlıyor, zenginleştiriyor. Hülasa, Allah size bu sanatı hakkıyla icra edecek şekilde bir kader yazıyor. O hayatın tecrübesiyle eğitip, edeplendiriyor. Ancak insan; yine beşer, yine insan…
  • Birçok geleneksel sanatta olduğu gibi hat sanatında da usta çırak ilişkisi mevcut. Sizce hat sanatını ulvileştiren, hattatların yetiştirilme aşamasınının çok titiz ilerlemesi ve usta çırak ilişkisinin hala korunması diyebilir miyiz?
Hz. Ali’nin hat sanatı için söylediği sözleri hatırlamakta her zaman fayda vardır. “çocuklarınıza kitabet ilmini öğretiniz. Çünkü kitabet ilmi işlerin en mühimi ve sevinçlerin de en büyüğüdür.” Bu sözleri gönülden dinleyip, dini, milli ve insani değer yargılarıyla iyi bellemek gerekir.
Aynı zamanda pirimiz Yakut el-Mustasımi’nin şu sözlerini her sanat ehlinin kulağına küpe etmesi gerektiği gibi, entellektüelite iddiasında bulunan her ferdin de bilmesi ve bilincinde olması gerekir: “Hat, üstadın taliminde gizlidir. Olgunlaşması çok yazmakla mümkündür. Devamlılığı ise İslam dini üzere olmakla mümkündür.” Bu sözler derin mana içeren sözlerdir. İyi idrak etmek ve üzerinde tefekkürle çokça düşünmek gerekir. Bu sözler sadece hat sanatı için değil diğer sanatlarımız için de geçerlidir. Bunların yanında bilmek gerekir ki; Allah’ın ve kitabının, rasülünün, peygamberlerinin, meleklerinin ve Kur’an-ı Kerim’de kutsiyeti beyan edilmişlerin dışında hiçbir insanın, eşyanın, hayvanın, sanatın yahut insanların kişisel, kültürel, milli değerlerinin Allah katında kutsiyeti ve ulviyeti yoktur. Bunlar milli ve dini örflerimizin getirdiği başkaca özel değerlerdir. Bu içiçe geçmiş ve birbirinden ayrılamaz olan özel değerler bizlere  ve bizden sonrakilere değer katacaktır. Sanatlarımız da tüm değerini en başta buradan alır. Türk ve İslam sanatlarında eğitim bu değerlere bağlı olarak öğrenilir ve öğretilir. Türklük medeniyetin başlangıcına varan bir milliyettir. İslam ise Allah’ın insanlığı yaratmasıyla başlar. Dünya üzerinde bu iki din ve milliyet unsurunun birleştiği ve devam ettiği başkaca bir sanat ve kültür yoktur. Bu nedenledir ki, sadece hat sanatı değil, hat sanatının etrafında toplanıp gelişen diğer tüm sanatlarımız da bu düstur üzere şekil alır, edebini, haddini, saygısını böylece kazanır.
  • Sadece tek bir harf için belki günler hatta aylarca çalışma gerekebiliyor. O sabra erişmek için hat sanatını çok sevmek değil baş koymak gerekli galiba. Bu sabra erişmek için ne yapmak gerekir?

Sanat kesinlikle öylesine, alelade bir meşgale değildir. Bu bir yaşam biçimidir. Sanatı öyle özümsemek gerekir ki aldığın nefes bile sanat olur. Sanattan başka bir şey konuşamaz olursun bir süre. Sonra bunu da aşarsın belki ama neticede bu artık senin yaşam biçimin haline gelir ve bu değişmez bir gercek olur. Bahsettiğiniz sabra erişme noktasına gelince; dışardan sabırlı görünebiliriz ama bizler sanatımızın içinde yaşıyoruz ve dışardan sabırlı görünüyoruz. Onun ruh dünyasında yaşarken aslında hiç de sabırlı sayılmayız aslında… Çünkü sanat çok güçlü bir mıknatıs gibi, vakti geçmek üzere olan bir ibadet gibi sizi kendisine çeker ve o an tüm yaşamdan soyutlanırsınız.  Dıştan dingin görünür ama içinde sanki şiddetli bir fırtınada denizin hırçın dalgalarıyla mücadele vardır. Böylesi bir dalgada sabır mefkuresinin esamesi görülür mü, doğrusu bilemiyorum…

  • Şimdiye kadar açtığınız birçok sergide eserlerinizi sanatseverlere sunma imkânı buldunuz. Şu ana kadar aklınızda en kalıcı sergi hangisi oldu?
Bütün sergilerim tüm aşamalarıyla film şeridi gibi aklımdadır. Ancak bu soruya biraz farklı açıdan bakıp cevaplamak isterim. Atölyemi ilk açtığımdan beri sanatıma yeni mefkureler katmaya, geliştirmeye, yaşadığım yerden global dünyanın kültürüne seslenmeyi tercih ettim eserlerimle. Bu konu benim için çok zor olmakla beraber izleyici için de çok zor bir süreçti. Çünkü alışkanlıklar, ezberler, oturmuş dikteler öyle kolayca esneyemiyor haliyle. Bu şekilde geçen yılların serüveninden sonra “Yeni Sayfalar” başlıklı sergimle artık tamamen özgün bir niteliğin sayfalarının açılmasında kazanılan başarıyı anlatmak istedim ve içeriğini inanç ayrımı olmaksızın her insanın içinden geçirdiği dua niyazlarıyla doldurdum. Yankıları hala devam eden etkili bir sergiydi. Diğer sergilerim ise bu etkiye gelecek olan tepki için hazırlık aşamasıydı diyebilirim.
  • İstiva adlı bir sanat merkezine sahipsiniz ve burada kapsamlı sanat dersleri veriyorsunuz. Derslerinize katılan kişiler arasında geleceğin hat sanatçılarını keşfettiğiniz oluyor mu?
Ben yaptığım sanatın ruh dünyasının bir işçisiyim. Burada yaşar, buradan rızıklanırım. Rabbim nimetlerimi ve rızkımı buradan tayin etmiş. Bu nedenle her zaman şunu söylerim; bu kapı bana ait değil. Ben bu kapının bekçisiyim. İçeri girenin ahvalini doğru yolda tutması için tecrübelerimi paylaşırım. Gerisi Allah’la kulu arsındaki kader ve kaza iktizasıdır. Gelenler arasında ileride çok iyi sanatkar olacak parlak yetenekler hep oldu.  Rabbim onların ufkunu genişletip yollarını açsın inşallah.
Paylaş:

Kahveli Şekerli

administrator