Deniz Şahin tanbur sanatçısı ve  Şimdilik Trio Grubu kurucularından. Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi. Uzun yıllardır müziğe katkıda bulunan başarılı bir sanatçı. Röportaj teklifimi kabul ettiği için Sayın Deniz Şahin’e teşekkürü bir borç bilirim.

  • Bize kendinizi tanıtabilir misiniz?

1989 yılında Ankara’da doğdum. Ortaokul yıllarımda bağlama çalmaya başladım ama müziğe bir meslek olarak bakmam daha sonraki yıllara denk geliyor. Çocukluğumdan beri müzik dinlemeyi severdim ama lise zamanlarımdan itibaren müzik dinlemek ve enstrüman çalmak, hayatımın merkezine yerleşti diyebilirim. 2009 yılında Ankara Üniversitesi Matematik Bölümü’nde lisans eğitimine başladım, bir yandan da amatör olarak müzikle meşgul olmaya devam ettim. 2011 yılında, üzerimde büyük emekleri olan hocam Cenk Güray’la tanıştık ve halen kendisinin bilgi ve birikimlerinden istifade ediyorum. Üç yıl devam ettiğim matematik eğitimini 2012 yılında bırakmaya karar verdim ve konservatuara hazırlanmaya başladım fakat konservatuarda perdesiz gitarım ile girebileceğim bir bölüm maalesef yoktu. Erkan Oğur’un yönlendirmesiyle bir tanbur edindim ve çalışmaya başladım. Bu dönemde kısa bir süre Tevfik Soyata’yla çalıştıktan sonra Murat Salim Tokaç’ın talebesi oldum. Üzerimde en çok emeği olan hocalarımdan diğeri de Murat Salim Tokaç’tır. Murat hocayla da hoca-öğrenci ilişkimiz devam ediyor, yıllar içinde onun birikiminden de pek çok alanda istifade ettim diyebilirim.

2012 yılında Gazi Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda lisans eğitimine başladım. Lisans eğitimimin bittiği sene yine Gazi Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmaya ve ders vermeye başladım. Eş zamanlı olarak yine 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda iki yıl süreyle Tanbur Sanatçısı olarak görev yaptım. 2018 yılında ise halen görev yapmakta olduğum Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Bu süreçte yurt içi ve yurt dışında pek çok konser ve projede yer alma fırsatı buldum. Kıymetli müzisyen dostlarımla; Miras ve Şimdilik Trio gruplarının kurucuları arasında yer aldım.

Müziğin dışında kalan vakitlerimde okumayla ve fotoğrafla meşgul olmayı seviyorum. Hatta 2017 yılında çektiğimiz, Silüet ismindeki Anadolu’da mekan ve müzik ilişkisi temalı bir belgesel film projesinin de yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendim.

  • Müziğe olan ilginizi nasıl keşfettiniz?

Çocukluğumdan beri birbirinden çok farklı coğrafya ve kültürlere ait müzikleri merak ettim ve dinledim diyebilirim. Müzikle dinleyici olmanın ötesine geçen ilk tanışıklığım ise bağlama çalarak başladı fakat o yıllarda icracılık benim için yalnızca bir boş vakit uğraşından ibaretti. Ben kendimi bildim bileli evimizde bir bağlama vardı ve babam amatör olarak müzikle ilgilenirdi fakat benim bağlamaya heves etmem ortaokul yıllarıma denk geliyor. Müzik hep oradaydı anlayacağınız ama benim onu fark etmem yıllar sürdü.

  • Mesleğinizi bir sanatçıdan etkilenerek mi seçtiniz? Yoksa yeteneğinizi keşfederek mi müzik yolculuğuna başladınız?

Zaman içinde beni etkileyen sanatçılar elbette oldu. Eskiden beri çok geniş bir alanda müzik dinlemeyi sevdiğimden dolayı bu isimlerin sayısı epey fazla fakat müziği bir meslek olarak seçmem zaman içinde gelişti. Müzikle uğraştıkça keyif almaya başladım ve yatkınlığım -ben yetenek yerine yatkınlık demeyi daha doğru buluyorum- olduğunu keşfettim. Bu yatkınlığımı, yıllara yayılan disiplinli bir çalışmayla desteklemeye gayret ettim.

  • Doğu Müziği keşfedilmesi gereken vaha gibi, ancak Batı’nın müziği de bir o kadar hayatımızda ve bizi etkiliyor. Sanatta kıyas esas değildir ancak siz daha çok Doğu müziğine yakın duruyorsunuz, sanat hayatınızın ya da bakış açınızın Batı müziği ile de kesiştiği oluyor mu?

Doğu ve Batı oldukça izafi kavramlar. Aslında bu söylemin temelinde, dünyanın Avrupa (İkinci Dünya Savaşı sonrası için Amerika’yı da buraya dahil edebiliriz) ve diğer ülkeler olarak ikiye ayrıldığı fikri yatıyor. Fakat gerçekte her coğrafyanın kendine özgü kültür ve sanat ürünleri var. Bu durumu örneklemek için fazla uzağa gitmeye gerek yok; Trabzon’da icra edilen bir müzikle Elazığ’daki bile birbirine hemen hemen hiç benzemezken, Asya ve Afrika kıtalarında var olan tüm kültürlerden, sanki homojen bir yapıdan bahseder gibi “Doğu” diye söz etmek yanlış olur diye düşünüyorum. Yani ben, Doğu’nun veya Batı’nın müziğini değil, tam olarak kendi bulunduğum yerin müziğini yapıyorum aslında. Bence müzikler, Doğu ve Batı değil de iyi ve kötü olarak ikiye ayrılıyor. Sorunuza dönecek olursam, Avrupa Klasik Müziği -Batı müziği yerine bu tabiri kullanmanın daha doğru ve açıklayıcı olduğunu düşünüyorum- çocukluğumdan beri dinlediğim ve keyif aldığım bir müzik. Zaten çevremde çok farklı türde müziklerle uğraşan insanlar var, onlarla sürekli etkileşim halindeyim. Tabi ki bu durum sanat hayatıma ve bakış açıma pek çok şey katıyor ve beni geliştiriyor.

  • ‘Alemin temelinde de, insanın nabzına konmuş olan nişane gibi, değişmez bir ritm-i ilahi vardır.’ diyor Cinuçen Tanrıkorur. Bakmak farklı, görmek farklı alemdeki o ritmi hissetmek için sanat bir araç. Peki, müzik bu noktada nerede duruyor?

Mevlana Celaleddin Rumi, “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.” demiştir Mesnevi’sinde. Müzikle tanrıyı arama ve bilinmeyene erişme hali, coğrafyamız için yeni değildir. En eski örneklerini binlerce yıl öncesinde bile görebildiğimiz bu anlayış, Mevlana’yla başlamadığı gibi, Cinuçen Tanrıkorur’la da bitmez diye düşünüyorum.

Güzellik bulunan değil keşfedilen bir şeydir. Çoğu zaman karşımızda durmaktadır ama biz fark etmeyiz. Sanat, bize yeni bir bakış açısı sunar ve algılarımızı genişletir. Örneğin, okuduğumuz bir kitaptan, dinlediğimiz bir müzikten veya gördüğümüz bir resimden sonra, daha önce defalarca kez geçtiğimiz sokaklara yeni bir gözle bakarız, bir kuşun ötüşünü daha başka duyarız.

  • Müziği öğretme kısmı mı yoksa konserlerde müzikseverlere sunma kısmı mı daha keyifli? Yoksa ikisinin ritmi de birbirinden farklı mı?

Her ikisinin de kendine has bir güzelliği var. Hep söylenir, bir kez de ben söylemiş olayım; insan en iyi başkasına öğretirken öğreniyor. Birikimlerinizi birine aktarmanız gerekir, aksi takdirde öğrendiklerinize yazık edersiniz. Bu açıdan öğretmek güzel fakat benim için sahnede olmak her zaman daha keyifli oldu. İkisi de ihmal edilmemeli.

  • Sanat evrenseldir ve dünyanın tüm insanlarına hitap eder. Dünyadaki en evrensel dil ise şüphesiz müziğin dilidir. Batı ya da Doğu fark etmez geniş bir perspektif de bakacak olursanız sizi en etkileyen, müzik yolculuğunuza yol gösteren şarkılar nelerdir, sanatçılar kimlerdir?

Çok geniş bir yelpazede elimden geldiği kadar bolca müzik dinlemeye gayret ediyorum uzun yıllardır, aklıma ilk gelenleri saymaya çalışayım. Kendi çalgım olması sebebiyle tanbur çalan herkesi dinlemeye gayret ediyorum fakat en sevdiklerimi şöyle sıralayabilirim; Tanburi Cemil Bey, İzzettin Ökte, Mesut Cemil Tel, Ercüment Batanay ve Murat Salim Tokaç. Keman icracılarından Nubar Tekyay’ın kayıtlarını dinlerken büyük keyif alırım. Erkan Oğur’un perdesiz gitar icrası çok lezzetlidir. Caz gitaristlerinden John Abercrombie, Philip Catherine, Ralph Towner ve Pat Metheny aklıma ilk gelenler. Dünyaca ünlü Katalan viyolonselci Pau Casals’ın yeri çok ayrıdır. İran’dan Mohammad Reza Shajarian ve Mohammad Reza Lotfi’yi sayabilirim. Azerbaycan’dan Alim Kasımov’u sık sık dinlerim. Klasik Türk Müziği okuyucularından Münir Nurettin Selçuk ve Kani Karaca çok özel seslerdir. Elazığ yöresindeki klarnet ve Ege bölgesindeki zurna tavrı da epey ilgimi çeker. Clark Terry ve Kenny Wheeler’in flugelhorn kayıtları aklıma geliyor. Son olarak Panagiotis Neochoritis’i de saymadan geçmeyeyim. Elbette daha birçok isim sayabilirim fakat aklıma ilk gelenler böyle.

Paylaş:

Kahveli Şekerli

administrator