Son altı aydır her cumartesi 7-14 yaşındaki öğrencilerime ders veriyordum. Hayatımın en güzel tecrübelerinden biriydi. Şimdi yine cumartesi günleri, onlardan yaklaşık beş, on yaş öğrencilerime ders veriyor olacağım. Malum edebiyatçılığımızı da diri tutmak amaç. Mesela yarınki derse hazırlık yapmam gerekirken ben burada yazmaya koyuldum. Çünkü bu hayattaki tek tutkum belki de yazmak. Koca otobüslerde havasız kalırsınız da nefes almak için pencere açılır ve hafif bir soğuk hava ciğerlerinize nefes olur ya hani. Yazmak da benim için de tam öyle. Gerçekten tutkuymuş, yazmasam yaşayamam diyemem ama, yazsam fena olmaz sanki.

Yaşı büyük öğrencilere ders anlatmak konfor alanımın dışına çıkmama sebep oldu. Yaşı küçük öğrencilerimle, çocuklarla iyi anlaşmamdan ve dillerinden anlıyor olmamdan ötürü rahat iletişim kuruyordum. Onların yaşına inerek anlatmayı seviyordum. Ancak yetişkin insanlara ders vermek tamamen adapte süreciymiş. Koca sınıfta sizden birkaç yaş küçük insanların anlamasını sağlamak, yeni bir dil oluşturmak ve o dille konuşmaya çalışmak, özellikle sınıfın dikkatini sürekli zirvede tutmak ve kendi dikkatini ve heyecanını da dengede tutmaya çalışmak hem eğlenceli hem zormuş. Dünyada sürekli bir şeyler öğreniyoruz ne ilginç 🙂

Ders vermeyi kabul etmemin sebebi, karşımdaki kitleye hitap etme yeteneğimi artırmak istemek. Yine bir dönüşüm hikayesindeyim anlayacağınız. Her derse şöyle girdiğim gerçek: ‘Bir beş yıl sonrayı hayal et. Çok iyi bir yazarsın ve eserlerin okuyucuların tarafından çok seviliyor. Konferanslardan konferanslara sürükleniyorsun, hayalin gerçek oldu, artık eserlerinle herkese ulaşabiliyorsun.’

Ne yapayım canım olumlama da yapmayım, hayal de mi kurmayayım? 🙂 Unutmayın, ağzımızdan çıkan söz kaderimizi değiştirebilir ve hayaller gerçekleştirilmek için varlar. Ben de hayalime ulaşmak için tabii ki elimden geleni yapacağım. Yalnız kurgu kafasına girince de herkese gözlemci bakış açısıyla bakmaya başlıyormuşsun o çok fena. ‘Bak aslında bundan hikaye çıkar sanki, bak bu tam romanlık bir tipleme yaz sen bunu yaz.’ 🙂 Ama sonu hep şöyle bitiyor; ‘E ama ben bunu okumam ki 🙁 Yani anlayacağınız hikaye avcılığına devam. 🙂

Şu hayatta Midnight in Paris, The Fall, Baba Aziz gibi filmlerin senaryosu gibi bir senaryoya imza atsam yeter galiba. Ya da Simyacı, Dönüşüm ya da Yabancı gibi bir kurguya sahip olsam. Çok seviyorum kurmacayı, kurguyu, kurmayı…

Aslında hayatta herkesin bir hikayesi var. Hayatın olağan akışı bile bir hikayeye sahip. O hikayeye denk gelenler, fark edenler ve üstünde duranlar yazar oluyor. Mesele fark etmekten, mesele algılamak için beynimizi o forma sokmaktan, mesele gözlerimize görmeyi öğretmeye çalışmaktan geçiyor. E o zaman hayaller gerçek olana kadar, hayal etmeye devam. Çünkü ne demiş Yahya Kemal, ‘İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.’

Paylaş:

Kahveli Şekerli

administrator